Geçtiğimiz her gün baz istasyonlarının sayısı giderek artmakta ve bu elektromanyetik yüklü kuleler cep telefonu gibi mobil cihazlara erişim sağlamamız için olmazsa olmaz. Peki baz istasyonlarından çevreye yayılan dalgalar sağlığımızı ne şekilde etkiliyor?
İçinde bulunduğumuz günlerde kanser hastalıklarının giderek arttığı göz önüne alındığında aklımızı karıştıran en öncelikli konulardan biri, baz istasyonlarının bizi ölüme götürüp götürmediği oluyor.
Bu elektromanyetik yüklü kulelerin sağlığımız noktasında ne denli etkili olduğuna daha yakından bakalım.
Öncelikle konuyu daha net anlayabilmek için elektromanyetik fizik bağlamında, iyonlaşan ve iyonlaşmayan radyasyon kavramlarına değinelim.
Toplamda yedi farklı elektromanyetik radyasyon türü bulunmakla birlikte, iyonize radyasyon ve iyonlaşmayan radyasyon adı altında iki farklı enerji sınıfı bulunmakta. İyonize radyasyon en açık haliyle, nükleer kalıntıları da içine alan yüksek frekanslı elektromanyetik radyasyon çeşitliliğini temsil eder.
Mesela yüksek frekanslı ultraviyole (mor ötesi) ışınları, X ve gama ışınları. Bu yüksek frekanslı dalgaların enerjisi o kadar kuvvetlidir ki maddenin yapısını değiştirebilecek güçtedir.
Bir diğer yandan iyonlaşmayan radyasyon, elektromanyetik radyasyonun düşük frekanslı bir çeşidini temsil eder.
Bu dalgalar çok düşük enerjilerle hareket eder ve molekül yapısını değiştirmez. İyonlaşmayan radyasyona da kızılötesi, gün ışığı, radyo dalgaları ve mikrodalgalar örnek verilebilir.
Ayrıca yarattıkları tehlikeler mevzubahis olduğunda odağımız baz istasyonları olsa da her daim yanımızda taşıdığımız cep telefonları ve yönlendiriciler de tıpkı minyatür bir baz istasyonu gibi dalga yayarlar. Üstelik bu cihazlar sayıca baz istasyonlarından çok daha yüksektir ve onlara olan mesafemiz oldukça azdır.
Baz istasyonlarının çalışma mantığı nasıl işler?
Baz istasyonları olarak da bilinen kuleler, radyo frekansı (RF) sinyalleri alan ve onları ileten antenlere sahiptir. Alanları yeterince kaplamak için de bu kulelerin, yüksek binalar gibi yapılara monte edilmesi ve yüksekliklerinin 15-60 metre aralığında olması gerekir.
Örneğin cep telefonları da baz istasyonlarıyla bir tür elektromanyetik radyasyon olan radyo frekansı (RF) dalgaları aracılığıyla iletişim kurar ve bir kişi arama yaptığında sinyaller, en yakın baz istasyonuna gönderilir ve bu istasyon da sinyalleri mevcut radyo frekansı kanalına atar.
Bu RF dalgaları, sesli mesajı baz istasyonuna ve nihayetinde aramanın hedefe aktarıldığı anahtarlama merkezine gönderir. Ardından ses sinyalleri de arama sırasında ileri geri iletilir.
Peki bu elektromanyetik radyasyonlardan endişelenmeli miyiz?
Teoriye göre bu baz istasyonlarından gelen RF dalgalarının enerji seviyesi oldukça düşüktür. Ayrıca DNA molekülündeki herhangi bir kimyasal bağı değiştirmek için de yeterli değildir ve uzun dalga boyu, enerjinin vücuttaki hücrelere etki etmesine izin vermez.
Oldukça şaşırtıcı olsa da bir baz istasyonundan gelen elektromanyetik dalga, cep telefonundan gelene kıyasla miktar olarak oldukça düşüktür ve bu doğrultuda daha az zararlıdır.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı da bu anlamda “muhtemelen kanserojen” ve “görünüşe göre tehdit oluşturmuyor” gibi farklı zamanlarda değişken açıklamalarda bulunmakta ve özetle bu konuda net bir kanıya henüz varılmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.