Formula 1 Araçlarından Günlük Araçlara Geçtiğini Muhtemelen Bilmediğiniz 5 Teknoloji

1

 

 

Çoğumuzun, özellikle otomobil tutkunlarının bildiği üzere Formula 1 araçları yeryüzünde bulunan en gelişmiş, en hızlı asfalt araçlarıdır. Bu araçları bu denli yetenekli kılan çok fazla teknolojiye ve özelliğe sahipler. Bu özelliklerden en faydalıları diyebileceklerimiz ise bazı sokak araçlarına kadar bile indirgenmiş durumda ve günümüzde trafikte geziyorlar.

Öncelikle, Formula 1 araçlarının nasıl bu denli
gelişmiş olduklarından biraz bahsedelim. Çoğu sektörde teknoloji lideri
alanlar olduğu gibi otomotiv sektöründe de araştırma ve geliştirmenin en
yoğun olduğu alan Formula 1’dir. Bunun başlıca sebeplerinden biri,
Formula 1’in en eski ve köklü motorsporlarından biri olmasının yanında,
astronomik rakamlarda bütçelere ve gelirlere sahip olmasıdır. Bu,
yarışan çoğu takıma denenmemiş yeni teknolojileri ve deneyleri araçlarında deneme, teknolojilerin performansını görme şansı tanıyor.

Peki bu inanılmaz teknolojiler deneniyor, geliştiriliyor ne güzel
de; bu teknolojiler günlük hayatta ne işimize yarayacak ki? Sonuçta
bunların hepsi araçları daha da hızlandırmak, güçlendirmek için yapılan
geliştirmeler, diye düşünüyor olabilirsiniz. Her bir teknolojinin neden
uygulandığından birazdan teker teker bahsedeceğiz ama kısaca bunu
özetlemek gerekirse, Formula 1 araçlarını hızlandıran ve güçlendiren her
şey aynı zamanda bu araçların verimliliğini, yoldaki stabilitesini ve sürüş kolaylığını arttırıyor. İşte karşınızda sokak arabalarında görebileceğiniz beş Formula 1 teknolojisi…

İstersen bir uçan halı, istersen pist canavarı. İşte karşınızda “Adaptif Süspansiyon ve Tutuş Kontrol Sistemi”.

Günümüzde özellikle lüks spor otomobillerde duyduğumuz “Adaptif Süspansiyon” veya “Aktif Süspansiyon”
teknolojisinin aslı tahmin edebileceğiniz üzere Formula 1’e dayanıyor.
Öncelikle Formula 1’de nasıl yer edindiğini ardından da günlük araçlara
nasıl uygulandığından bahsedelim.

Orijinali 1991 yılında yarışa çıkarılan Williams FW14
Formula 1 aracı, maalesef bazı sorunlardan dolayı çok da başarılı
olamamıştı. Bu yüzden Williams bir sonraki sezonda bu hatalarını
düzeltmekle kalmayıp üzerine devrim niteliğinde özellikler ekledi. 

1992 yılında yarışa çıkarılan FW14B (Spec-B)’nin en önemli iki özelliğinden birisi tutuş kontrolüydü (TCS – Traction Control System).
Bu sistem sayesinde motorun ürettiği aşırı güçten dolayı oluşabilecek
bir kontrol kaybını elektronik bir modül gücü regüle ederek
azaltabiliyor ve aracın kontrolden çıkmasına engel olabiliyordu. 

Bu özelliklerden ikincisi ise daha da ilgi çekici olan aktif
süspansiyon sistemiydi. Bu sistem, pilotun komutları doğrultusunda
yoldaki değişken koşullara göre süspansiyon sertliğini değiştirerek aracın optimum yol tutuşuna
sahip olmasını sağlıyordu. Tüm bu teknolojiler o kadar ileri düzeydeydi
ki FIA (Federation Internationale de l’Automobile) yarışların daha
rekabetçi olması için bu teknolojilerin kullanılmasını yasakladı.

Tabii bu teknolojilerin Formula 1’de yasak olması, otomobil
üreticilerinin bu teknolojileri standart yol araçlarına uygulaması için
bir engel değil. Zaten aslında tutuş kontrol sistemi yirmi yıl öncesine
kadar da çok ilkel bir şekilde araçlarda bulunuyordu. Ancak bunu verimli
ve kullanılabilir kılan Williams takımı, günümüzde deneyimsiz sürücülerin dahi araçlarının üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmasını sağlıyor. 

Aktif süspansiyon sistemi ise genellikle lüks ve spor otomobillerde bulunan yol koşullarına göre uyum sağlayan
bir sistemdir. Bu sistem sayesinde lüks bir otomobil uçan halı gibi bir
sürüşe sahipken istendiği anda epey sportif bir karaktere bürünebilir. 

Artık tarafınızı seçmenize gerek yok. İşte karşınızda “Hibrit Araçlar”.

Tabii modern Formula 1 araçlarını bu kadar ileri seviyeli kılan teknolojilerden bir diğeri ise hibrit aktarma sistemleridir.
“Hibrit” dediğimiz sistem, içten yanmalı bir benzinli veya dizel
motorun, elektrikli bir motor veya motorlarla desteklenerek kullanıldığı
bir çeşit tahrik sistemidir. Formula 1 araçları, bu sistemler sayesinde
o zamana kadar hiç görülmemiş termal verimlilik seviyelerine
ulaşıyordu.

İlk defa 2014 yılında %50 termal verime ulaşılmıştı.
Bu, şu demek oluyor; yakılan benzinde bulunan kimyasal enerjinin yarısı
mekanik enerjiye diğer yarısı ısı enerjisine dönüşüyordu. Bu, belki
kulağa kötüymüş gibi geliyor olabilir ama sokaktaki ortalama bir
arabanın yalnızca %25-30 verimlilik yakaladığını düşünürseniz Formula 1
araçlarının ne kadar ileri seviye araçlar olduğunu anlayabilirsiniz.

Aslında bu teknoloji Formula 1 araçlarında kullanılmaya başlandığı
tarihten (2014) çok daha öncelerden beri kullanılıyordu. Örnek vermek
gerekirse, Toyota Prius (1997) en eski ve popüler hibrit araçlardan
biriydi. Ancak Formula 1 öncesi hibrit sistemleri verimsiz, güvenilir olmayan
kısacası insanların tercih etmek istemeyeceği sistemlerdi. Ancak
Formula 1’in hibrit sistemleri sahip oldukları AR-GE bütçesinin muazzam
derecelerde olması sayesinde daha çok geliştirmesi üzerine binek
otomobil üreticileri de burada geliştirilen teknolojileri araçlarına
uygulamaya başladı ve günümüzdeki inanılmaz verimli hibrit araçlar
doğmuş oldu. 

Bir taşla iki kuş. İşte karşınızda “KERS”.

KERS (Kinetik Enerji Geri Dönüşüm Sistemi) hibrit dönem Formula 1 araçlarının (2014 – Günümüz) bataryalarını yarış boyu dolu tutabilmelerinde çok büyük rol oynamaktadır. Aracın hız kazanarak edindiği kinetik enerjiyi
frenleme sistemine yardımcı olarak elektrik enerjisine çeviren bu
sistem hibrit sistemin verimli bir şekilde çalışmasında çok büyük bir
rol oynuyor.

“Peki bu sistem günlük araçlarımızda nasıl çalışıyor, bizim
araçlarımızda ne gibi faydaları var?” diye soracak olursanız; ilk olarak
söylememiz gereken, işletme maliyetlerine olan katkısı olacaktır.
Hibrit veya elektrikli bir araçta ayağınızı gazdan çektiğinizde yürüyen
aksama bağlı bir jeneratör devreye girer ve aracınızın hızlanarak elde
ettiği kinetik enerjiyi elektrik enerjisine çevirerek bataryaları şarj eder. Bu, sizin iki şekilde işinize yarar:

Birincisi; aracınız, sahip olduğu kinetik enerjiyi elektrik
enerjisine çevirmek için “enerjinin korunumu kanunu” nedeniyle zorunlu
olarak yavaşlayacaktır. Bu yavaşlama sayesinde aslında fren disklerinin ve balatalarının
da doğru orantılı olarak kullanımı çok bariz miktarlarda düşecektir.
Aynı zamanda bazı araçlarda (özellikle elektrikli olanlarda) bu etkinin
miktarı ayarlanabilir ve “Tek Pedallı Sürüş” denilen
bir sistem kullanılabilir. Bu sistem, fren yaparmışçasına güçlü bir
şekilde enerji dönüşüm işini yaptığından bir nevi fren görevi görür ve
aracı neredeyse durana kadar yavaşlatır, böylece fren
pedalını kullanmanıza gerek kalmaz. Hem disk ve balata takımınız çok
daha uzun ömürlü olur hem de bataryanız hatırı sayılır miktarlarda şarj
edilir. 

İkincisi, bu sistem sayesinde hibrit araçlar bataryalarının şarj olması için yalnızca motora veya duvar adaptörlerine
ihtiyaç duymaz. Bu sayede motordan daha az güç çalarak yakıt
ekonomisini arttırırsınız, aynı zamanda eve vardığınızda elinizde olan
şarj daha fazla olacağından elektrik faturasından da iyi bir miktar
tasarruf sağlarsınız. 

Vites geçişleri hiç olmadığı kadar hızlı, şanzımanlar bir o kadar kırılgan. İşte karşınızda “F1 Vites”.

Formula 1 izleyen, izlemeyen pek çok kişi “F1 Şanzıman” terimini duymuştur. Tahmin edebileceğiniz üzere bu şanzıman tipinde geçen “F1” Formula 1’i ifade etmektedir. Peki nedir bu F1 şanzıman?

1979 Formula 1 sezonunda geliştirilmeye başlanan bu şanzıman, ilk defa Formula 1 pilotlarına ellerini direksiyondan çekmeden vites atma
olanağı sağlamıştı. Bu pilotlara arabanın üstünde inanılmaz bir
hakimiyet ve hız kazandırmıştı. 1989 yılında bu donanıma sahip bir
arabanın ilk yarışını kazanması ile birlikte bu sistem artık bir Formula
1 standardı oldu ve adını tarih kitaplarına kazıdı. Çalışma mantıkları
aslında epey basitti, pnömatik veya hidrolik sistem ile çalışan bir
seçici ile sıralı bir şanzıman kontrol ediliyordu.

Bu sistem o dönemin tork konvertörlü otomatik şanzımanlarına göre daha hızlı ve daha hisliydi.
Sürücü, istediği zaman manuel olarak vites değiştirebildiği için bu
sistem spor arabalar için vazgeçilmezdi. Bu sistemi binek otomobillerde
ilk kullanan firma, dönemin Formula 1’in yıldızlarından Ferrari oldu.
Ferrari F355 Berlinetta F1, trafikte dolaşan ilk “F1 şanzımanlı” araba oldu ve kullanıcılara sunuldu. Tabii bu sistem ilk devreye sokulduğunda çok başarılı değildi; çok fazla arızaya sebebiyet
veriyor, bakımları çok pahalıya patlıyordu. Ancak zamanla teknolojinin
ilerlemesi ve şanzımanların daha güvenilir hale getirilmesi ile bu
sistem alıcılar tarafından epey beğenildi ve günümüzdeki çift kavramalı
otomatiklere kadar evrildi.

Artık eller hep direksiyonda. İşte karşınızda “Çok Fonksiyonlu Direksiyon Düğmeleri”.

Günümüzde trafikte dolaşan çoğu 2005 model üstü aracın direksiyonlarında kumanda kontrol düğmeleri
olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu düğmeler sayesinde hız kontrol
sistemini, medya sesini, radyo kanalını veya dinlediğimiz şarkıyı
seçebiliyoruz. Bu çok fonksiyonlu düğmeler peki araçlarımızda nasıl yer
aldı?

Aslında aracınızdaki bu düğmeler de yine bir Formula 1 eseri. Formula
1 araçlarında doksanların sonunda kullanılmaya başlayan bu teknoloji,
sürücünün ellerini direksiyondan çekmeden bazı kontrolleri
gerçekleştirmesi için geliştirilmişti. Bu sayede yarışın herhangi bir
kısmında araç üzerindeki hakimiyeti azalmayacak, daha
efektif bir sürüş sergileyebileceklerdi. Bu avantaj yalnızca Formula 1
sürücülerini değil, aynı zamanda trafikte kullanan bizler için de
faydalı olarak görülmüş ve binek otomobillerin direksiyonlarında da
kullanılmaya başlandı. Artık bu teknoloji sayesinde binek araç
sürücüleri de kritik kontrolleri ellerini direksiyondan ayırmadan yapabiliyorlar.

Yukarıda listelediğimiz beş teknoloji ve benzerleri, Formula 1
araçlarından binek otomobillere zamanla aktarılarak günümüz araçlarını
bir F1 aracı gibi verimli ve kullanışlı yapma yolunda
ilerliyor. Artık direksiyon üzerinden vites atarken veya müziği
değiştirirken biraz da olsa Formula 1 pilotu gibi hissedebilirsiniz.

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık