Aynı okyanusta bulunmalarına rağmen derinde yaşayan canlıların yüzeydekilere göre çok farklı göründüğünü fark ettiniz mi? Bu farklılığın nedenlerine gelin birlikte bakalım.
Hayvanlar alemine dönüp baktığımızda, birbirinden farklı özelliklere sahip sayamayacağımız kadar canlı bizleri karşılar. Bu özellikler bize havalı görünse de temelde ihtiyaçlar yüzünden ortaya çıkıyor olmalarını pek düşünmeyiz. Örnek olarak kedilerin garip olarak nitelendirilen kulakları, ekstrem derecede iyi duymalarını mümkün kılarken gözleri, düşük ışıkta iyi görmelerini sağlar. Görünüşleri de büyük ölçüde bu ihtiyaçlar bağlamında oluşur.
Bu durum sadece karada değil, okyanuslarda da geçerli. Özellikle de her gün görmeye alışık olmadığımız, okyanusun en derinlerinde yaşayan ve çoğu insanın içine korku salan canlılara baktığımızda, bildiğimiz okyanus canlılarında görmeye alışık olmadığımız çok sayıda özellik göze çarpıyor.
Derinlerdeki bu canlılara baktığınızda büyük gözleri dikkat çekiyor. İyi de okyanusun dibi sadece karanlık değil mi?
Öncelikle evet, Güneş ışığının ulaşamadığı bu alanlar doğal olarak oldukça karanlık. Fakat buralarda yaşayan canlıların çoğu, kendi ışığını üretebilme yetisine sahip. Bu da ışığın çiftleşme ve avlanma konularında araç olmasını sağlıyor.
Bu ışığın yakalanabilmesi için de derinlerde gördüğümüz bu canlılarda olduğu gibi büyük gözlere ihtiyaç duyuluyor. Bu tamamen net bir görüntü sağlamasa da neredeyse her şeyin tüketici olduğu bir ortamda hayatta kalmak için oldukça kritik olabiliyor.
Kendi ışığına sahip canlılara örnek olarak özellikle sinema dünyasında karşılaştığımız fener balığına (spesifik olarak melanocetidae ailesine) bakalım.
Kafasının üst kısmında kendisini özel kılan o ışığı görebiliyoruz. Bu ışık sayesinde avını kendisine doğru çekebiliyor.
Aynı ışık yoluyla da türün erkeği, dişiyi bulabiliyor ve böylece çiftleşme sağlanabiliyor. Yani ihtiyaçlar doğrultusunda gelişen bir özellik bu.
Bu canlıların duruşunda gözümüze garip gelen bir şeyler var ama tam da ne olduğunu bilemedik. Peki bu neden kaynaklanıyor?
Genel olarak şekillerini garip kılan şey, üzerlerindeki devasa basınca adapte olan bedenleri. Bu şartları düşündüğünüzde aslında bulundukları ortama göre mükemmel bedensel özellikleri olduğunu görebilirsiniz.
Yine fener balığından örnek verelim
Söz konusu türün karın bölgesi o kadar çok genişleme kapasitesine sahip ki kendisinin 2 katına kadar boyutu olan canlıları avlayabiliyorlar.
Bunun avantajı ise yüzeyde olanın aksine, derinlerde yemek konusunda “bulduğunu yiyeceksin” mantığının geçerli olması.
Uzun süreler boyunca aç kalmak bu canlılar için alışılmadık bir şey değil fakat fener balığında ve diğer birçok türde olan bu özellik, yemeklerini bir nevi stoklamalarını mümkün kılıyor.
Orantısız şekilde büyük olan ağızlarının ve dişlerinin de sebepleri var
Çoğu derin deniz canlısında ağız kısmının devasa bir genişleme kapasitesine sahip olması dikkat çeker. Elbette yine orantısız şekilde büyük olan keskin dişler olmadığında bunun onlar için pek de anlamı kalmıyor.
Söz konusu dişler, avın bir kere yakalandığında kaçmasını engelliyor. Bahsettiğimiz devasa ağza giren canlılar için bu dişler, geri çıkmalarını engelleyen parmaklıklara dönüşüyor.
Bu canlıların bir kısmının saydam olduğunu da fark etmişsinizdir
Okyanusun dibinde ardına saklanılabilir pek bir şey yok. Bu da saydam canlıların doğal hâllerinde kamufle olabilmelerini ve bu şekilde hayatta kalmalarını mümkün kılıyor.
Saydam olanlar dışında derinlerde parlak kırmızı renkli canlıların da var olması dikkat çekiyor. Buralardaki canlıların çok büyük bir kısmı kırmızıyı ayırt edemediğinden bu da etkili bir kamuflaj yöntemi oluyor.
Peki nasıl oluyor da bedenleri zarar görmüyor?
Biz derinlere dalmaya başladığımızda bedenimizdeki hava gittikçe daha çok sıkıştırılır. Bizim nefes alıp vermemizi sağlayan ciğerlerimiz, derinlerde yaşamayan balıkların ise su içinde yükselip alçalmalarını sağlayan hava keseleri vardır.
Fakat derin deniz canlılarında bu hava keseleri de bulunmaz. Dolayısıyla sıkıştırılacak bir hava da yoktur. Bu yüzden de bedenleri zarar görmez.
İnternette bir efsane hâline gelen ve bir zamanlar ‘en çirkin hayvan’ olarak seçilen Blobfish de derinlerde yaşayan canlılardan:
Fakat bu canlı aslında böyle görünmüyor. Bildiğimiz şekilde bir kas yapısı, iskeleti ve hava kesesi olmayan bu canlı, diğer türler gibi suyun kendisini destek olarak kullanıyor. Bu sebeple de derinlerde gayet alışık olduğumuz şekilde balık tanımına uyarken kendisini yüzeye çıkardığımızda şekli bozuluyor.
Böyle söylemek hoş olmayacaktır fakat söz konusu basınç değişimini düşündüğümüzde bu şeklini oldukça iyi bile korumuş diyebiliriz.
Burada saydıklarımızı tek tek topladığınızda ise karşınıza garip görünümler çıkıyor. Fakat dediğimiz gibi; bunların hepsi ihtiyaçtan ortaya çıkan özellikler.
Kaynaklar: Monterey Bay Aquarium, BioGeoPlanet, Science ABC