Sovyet Diktatörlüğünde Muhaliflerin Tutuklanıp Gönderildiği “Gulag” Kampı Hakkındaki Korkunç Gerçekler: Açlık, İşkence ve Dahası…

1

 

Dünya tarihinin en korkunç olaylarına ev sahipliği yapmış yerlerden biri olan Gulag’i sizlerle tanıştırmak istiyoruz.

Gulag, 20. yüzyılın en korkunç ve insanlık dışı kurumlarından biriydi. Sovyetler Birliği’nin geniş topraklarına yayılan ve milyonlarca mahkûmun acımasız işkence, açlık, hastalık ve ölüme maruz bırakıldığı bir zorunlu çalışma kampları ağıydı Gulag. Burası sadece bir siyasi baskı ve ekonomik sömürü aracı değil, aynı zamanda bir toplum mühendisliği ve ideolojik endoktrinasyon aracıydı.

Gulag’daki mahkumlar arasında köylüler, işçiler, entelektüeller, sanatçılar, dini inanç sahipleri, etnik azınlıklar, yabancı esirler ve Stalin’in totaliter rejimi tarafından düşman ya da tehdit olarak görülen herkes vardı. Peki Gulag’in kuruluş amacı neydi? Her kesimden insanlar neden buraya tıkılıyordu?

Öncelikle Gulag’in çok kısa ve özet tarihini anlatarak başlayalım

Gulag’ın kökenleri, Vladimir Lenin’in siyasi muhalifler ve “sınıf düşmanları” için bir toplama kampları sistemi kurduğu Sovyet devletinin ilk yıllarına kadar uzanıyor. Ancak Gulag, asıl vahşetinin zirvesine Lenin’den hemen sonra gelen Joseph Stalin’in yönetimi altında ulaştı.

Stalin, 1929 ve 1953 yılları arasında kampları milyonlarca masum kurbanla dolduran bir dizi kitlesel kıyım ve tasfiye kampanyası başlattı ve bunun öyle olmadığını, insanlara korku aşılayarak Gulag’a gönderilenlerin ‘vatan haini’ olduğunu anlatarak yaptı. Ayrıca Gulag’ı sanayileşme ve kolektifleştirme projeleri için ucuz ve harcanabilir işgücü kaynağı olarak kullandı.

Sovyet Rusya dönemindeki bilinen Gulag kamplarının tamamının haritası

Mahkumlar sert ve tehlikeli koşullarda, çoğu zaman uygun kıyafet, yiyecek, barınak veya tıbbi bakım olmadan çalışmaya zorlandı. Birçoğu yorgunluk, maruz kalma, yetersiz beslenme veya infaz nedeniyle öldü. Bazı tahminlere göre Gulag sisteminin varlığı süresince 18 milyona yakın insan bu sistemden geçti, 6 milyona yakın insan da bu vahşi sistem içerisinde can verdi…

En baştan başlayalım: Stalin rejimi, insanların Gulag’a gönderilmesine hangi gerekçelerle hüküm veriyordu?

Stalin rejimindeki Sovyetler Birliği yetkilileri, insanları Gulag’a göndermek için çeşitli yöntemler kullanıyordu. Yetkililerin hapsetme hükmü vermek için kriterleri genellikle keyfiydi; siyasi muhalefet ve ideolojik farklılıklardan sabotaj veya casusluk suçlamalarına kadar uzanıyordu. Bu hükümleri vermek için de bir kanıta bile ihtiyaç duymuyorlardı.

Muhbirler, gizli polis ve göstermelik mahkemeler bir korku ve paranoya atmosferi yaratmak için kullanılıyordu. Suçlandıktan sonra insanların hakları ellerinden alınıyor ve genellikle kanıt ya da adil bir yargılama olmaksızın tutuklanıyor ve “işçi” kampı olan Gulag’a gönderiliyorlardı.

Peki insanlar Gulag’a bir şekilde gönderildikten sonra onları nasıl bir süreç bekliyordu? Gulag’da yaşam:

Gulag’da bir mahkumun yaşamı, sürekli bir hayatta kalma mücadelesiydi. Mahkumlar kamplara aşırı kalabalık ve sağlıksız trenlerle ya da kamyonlarla taşınıyor, birçoğu henüz daha yoldayken hastalık ya da açlık nedeniyle ölüyordu çünkü hayatları zaten Stalin rejiminin yaşam koşullarından ötürü acınası haldeydi.

Kampa vardıklarında eşyaları ve kişisel kimlikleri ellerinden alınıyor, işledikleri iddia edilen suça göre bir numara ve kategori veriliyordu. Daha sonra kamp muhafızları ve görevlileri tarafından sert sorgulamalara ve fiziksel tacize maruz bırakılıyorlardı. Birçoğu daha fazla işkence veya infazdan kaçınmak için yanlış suçlamaları itiraf etmeye veya başkalarını suçlamaya zorlanıyorlardı.

Mahkumlar, çalışma görevlerine ve yaşam alanlarına göre gruplara ayrılıyordu. Kanal kazmak, yol ya da demiryolu inşa etmek, kömür ya da altın çıkarmak, kereste kesmek ya da tarım ürünleri yetiştirmek gibi zor işler vardı bu çalışma görevleri arasında.

Çalışma kotaları bir insanın altından kalkabileceği düzeyde değildi ve karşılanması imkansızdı. Çalışma kotasını yerine getiremeyenler ağır cezalara çarptırılıyor ya da tayınları azaltılıyordu. Mahkumlar hava durumu ya da mevsim ne olursa olsun haftanın 7 günü, günde 14 saate kadar çalışıyordu. Açlık, soğuk, sıcak, hastalık, kaza ya da gardiyanların veya diğer mahkumların şiddetine maruz kalma gibi tehditlerle de sürekli karşı karşıyaydılar.

Kamplardaki yaşam koşulları dehşet vericiydi. Mahkumlar aşırı kalabalık barakalarda ya da ahşap veya çamurdan yapılmış kulübelerde uyuyordu. Duş veya lavabo gibi temizlenme tesislerine ya da temiz suya erişimleri çok azdı ya da hiç yoktu.

Mahkumları etkileyen yaygın hastalıklardan bazıları açlık, vitamin eksikliği, donma, bit, pire, uyuz, dizanteri, iskorbüt, sıtma, tifüs ve tüberkülozdu. Bu hastalıklar genellikle yetersiz gıda, su, hijyen ve giysinin yanı sıra aşırı kalabalık ve soğuğa maruz kalmaktan kaynaklanıyordu. Birçok mahkûm da iş kazaları ve yaralanmalardan muzdaripti. Gulag yetkilileri, mahkumlara yeterli sağlık hizmeti sağlamıyor ve onları genellikle işgücü için sömürülecek “insan hammaddesi” olarak görüyordu.

Böyle yaşam standartları altında can çekişirken Gulag mahkumlarından ne yapması isteniyordu?

Az önce bahsettiğimiz haftanın 7 günü, günde 14 saate varan çalışma koşullarında Gulag yetkilileri; mahkumlardan tomrukçuluk, madencilik, inşaat ve çiftçilik gibi yorucu fiziksel işlere maruz bırakılıyordu. Çok temel malzemeler haricinde birçok işi de el ile yapıyorlardı. Taşınması gereken ağır malzemeleri mahkumların kendileri, araç olmadan taşıyordu.

Mahkumların birçoğu fiziksel tahribata maruz kalmanın yanı sıra akıl sağlıklarını da kaybettiler.

Gulag’daki yaşam koşulları içler acısıydı ve hem fiziksel hem de zihinsel sağlığın bozulmasına sebep oluyordu. Mahkumlar, bahsettiğimiz gibi sınırlı kişisel alana ve yetersiz temizlik imkanlarına sahip barakalara dolduruluyordu. Mahremiyetin ve kişisel eşyaların olmaması, aşağılanma ve insanlıktan çıkarılma duygusunu yoğunlaştırıyordu. Sert disiplin, katı düzenlemeler ve hem gardiyanlardan hem de diğer mahkumlardan gelen yaygın şiddet, sürekli korku atmosferine katkıda bulunuyordu.

Gulag mahkumlarına verilen psikolojik zarar çok derin ve geniş kapsamlıydı. Fiziksel yorgunluk, aşırı izolasyon ve sürekli şiddet tehdidinin birleşimi zihinsel sağlığa ciddi zarar verdi. Birçok mahkum depresyon, anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğu (PTSD) yaşadı. Umut, amaç ve saygınlık kaybı bazı mahkumların akıl sağlığını yitirmesine, umutsuzluğa ve deliliğe sürüklenmesine yol açtı. Ruh sağlığı yetkililer tarafından genellikle göz ardı edildiğinden veya aktif olarak bastırıldığından, uygun tıbbi bakımın yokluğu durumu daha da kötüleştiriyordu.

Peki Gulag 1953 yılında sonlanana kadar mahkumlar hep böyle baskı altında mıydı? Hayır. Birçok mahkûm grubu isyan etmiş, baskıya direniş göstermişlerdi.

Vorkuta Gulag

Bazı Gulag mahkumları kendilerine karşı yapılan ezici tutuma rağmen akıl sağlıklarını korumayı ve hatta baskıcı rejime direnmeyi başardılar. Mahkumların kendi aralarında dayanışması ve desteği, morallerin korunmasında çok önemli bir rol oynadı. Gizli ağların kurulması, hikayelerin paylaşılması ve erzakların paylaşılması gibi yardımlaşmalar, karanlığın ortasında bir insanlık parıltısı sundu. Gizlice protesto düzenlemek ve şiir ya da edebiyat eserleri kaleme almak gibi entelektüel uğraşlar, teselli ve kendini ifade etme aracı sağladı.

Tüm Gulag kampları içerisinde en büyük ayaklanmalara ve isyanlara ev sahipliği yapan kamp, Vorkuta Gulag idi. Bu terimi eğer oyun oynuyorsanız belki Call of Duty: Black Ops’tan Reznov ile Gulag’dan kaçış görevinden hatırlıyor olabilirsiniz.

Vorkuta, Gulag sistemi tarihindeki en büyük ve en organize ayaklanmalardan biriydi:

Vorkuta ayaklanması, Sovyet gizli polisinin başı Lavrentiy Beria’nın tutuklanmasından kısa bir süre sonra, Temmuz 1953’te Vorkuta Gulag’daki zorunlu çalışma kampı mahkumlarının büyük bir direniş göstermesi sebebiyle gerçekleşti.

  • Ayaklanma, bir devlet avukatına erişim ve adalet talep eden mahkumlar tarafından pasif bir yürüyüş olarak başladı. Daha sonra, ifade ve din özgürlüğü ve zorla çalıştırmaya son verilmesi gibi siyasi taleplerde de bulundular.
  • Ayaklanma, Vorkuta Gulag kompleksindeki 17 kamptan 6’sına yayıldı ve yaklaşık 18.000 mahkumu kapsıyordu. Mahkumlar dikenli tellerle çevrili alanların içinde kaldılar ve şiddete başvurmadılar.
  • Kamp yönetimi bir hafta boyunca mahkumlara karşı herhangi bir zorlayıcı eylemde bulunmadı. Moskova’dan üst düzey yetkililer tarafından ziyaret edildiler ve onlarla müzakere etmeye çalıştılar.
  • Durum, 26 Temmuz’da mahkumların maksimum güvenlikli bir yerleşkeyi basıp 77 mahkumu serbest bırakmasıyla değişti. Kamp şefi, “sabotajcıları” toplu olarak tutuklamaya başladı ve mahkumlar da silahlı direniş karşılık verdi.
  • 1 Ağustos’ta kamp şefi, mahkumlara doğrudan ateş emri verdi ve en az 53 işçinin ölümüne ve 135’inin yaralanmasına neden oldu. Daha sonra pek çok kişi yaralarından ya da tıbbi bakım eksikliğinden öldü. Ayaklanma iki hafta süren kanlı bir çatışmanın ardından bastırıldı. Ayaklanan 18.000 işçinin arasından kaçanlar da oldu, ancak net sayı bilinmiyor.

Sonuç: Gulag’ın mirası ve alınması gereken dersler:

Gulag sistemi on yıllar boyunca devam etti ve Sovyetler Birliği’nin tarihinde ve Rus halkının kolektif hafızasında silinmez bir iz bıraktı. Hayatta kalanların anlattıkları ve Alexander Solzhenitsyn’in “Gulag Takımadaları” gibi eserleri, sistemin dehşetini dünyaya ifşa etti. Gulag, totalitarizmin tehlikelerini, insan haklarının korunmasının önemini ve insan ruhunun akıl almaz zorluklar karşısındaki direncini keskin bir şekilde bizlere hatırlatıyor…

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık